ATLIKARINCA

ATLIKARINCA


Sinema hiçbir zaman bir hikayeyi mekanik bir biçimde izleyiciye sunan, duygudan yoksun yabancı bir sanat olmadı, olamaz. Derdini sağduyu eşliğinde ritmik bir şölen ile görselliğe döken ve aktaranın seçimleriyle biçim alarak biz izleyicilerin ruhuna dokunan, aydınlatan bir görsel sanattır.
Atlıkarınca filmine Türkiye’de ensest ve çocuk istismarını aydınlatan Büşra Sanay’ın Kardeşini Doğurmak adlı kitabında denk gelmiştim. Dünyanın birçok ülkesindeki sinemalara baktığımızda ensesti konu alan filmler görebiliyoruz. Burada bahsettiğim hikayenin bünyesinde bulunan ve ana konuyu oluşturmayan ensest filmleri değil çünkü ülkemiz televizyon ve sinemasında da bu konu alttan alta işlenmekte fakat herhangi bir filmimiz bu konuyu layıkıyla ele almamakta. Bir ülkenin sinemasının içinde bulunduğu coğrafyadan etkilenmemesi mümkün değildir, ensest ise coğrafya fark eden bir konu asla değil. Hatta eğitim düzeyi, genetik özellikler de bu düşüncenin oluşmasında bir neden oluşturmuyor. Yani bu konuyu her ülke sinemasında görmemiz mümkün. Cesur konu seçim ve işleyişleriyle bunu daha çok Uzak Doğu sinemasında görmekteyiz. (My sister My love, Old Boy). Türkiye sinemasına geldiğimizde karşımıza sadece ensestin konu alındığı, tamamiyle bunun üzerine çekilmiş tek film örneği olarak Atlıkarınca’yı görüyoruz.  
Filmin yönetmeni ilksen Başarır Mert Fırat ile senaryoyu yazmaya başladıklarında ona ‘’ensest ile ilgili bir film yapmak istiyorum’’ demiş ve Atlıkarınca filminin senaryosunu yazmaya başlamışlar. Bu süreçte psikolog ve psikiyatrlarla görüşmeler yapan Başarır senaryoda doğallık ve gerçeklikten uzaklaşmak istememiş. Yukarıda da değindiğim gibi ensest durumu kesin şartlara bağlı olarak ortaya çıkmıyor, yapılan araştırmalar sonucu elbetteki küçük yerleşim alanlarında yaşayan ve kalabalık ailelerde bunun dışavurumunun daha sık rastlandığını görüyoruz. Fakat bu demek değil ki büyük şehirlerde, tahsilli ailelerin içinde bu durum yaşanmıyor. İşte Başarır ve Fırat buna çok dikkat etmişler çünkü sorsanız bu durumlar sadece köylerde kalabalık cahil ailelerde yaşanıyor. Filmde seçilen aile yapısı genel düşüncenin tam tersi yönde. Eğitimli, anne babanın çalıştığı tahsilli, şehirde yaşayan bir aile tercihinde bulunulmuş. Bu da bize gösteriyor ki, ensest vakaları en yakınımızda, yan dairemizde hatta kendi çatımızın altında rastlanabilinir bir durum.



‘’EN GÜVENDE OLMAN GEREKEN YERDE ASLINDA EN GÜVENSİZ YERDESİN’’
Filmimizde ufak bir kasabada yaşayan çekirdek bir aile anlatılıyor. Anne baba (Erdem ve Sevil) eğitimli İstanbul’dan bu ufak kasabaya göç etmişler. Yani büyük şehir yaşamında yetişmişler. Bir erkek ve ondan küçük bir kız çocukları var (Edip ve Sevgi). Filmimiz ailenin yaşamını tanımamız, karakterlerin kişilik özelliklerini kavramamız için verilen ufak diyaloglar ve hareketler ile başlıyor. Erdem karakteri çocuklarına başkalarının dokunmasını istemeyen hatta komşudan gelen bir yemeği bile nerede nasıl piştiğini bilmeyiz diyerek çöpe döktüren ve yemeyen takıntılı bir baba figürü. Genel karakterlerde uygulanan fazla derine ve detaya inmeme durumu oldukça hoş çünkü baba karakterimizin geçmişine, acılarına indiğimizde aklımızda ‘’acaba o da mı bir ensest kurbanı’’ soruları vuku buluyor. Burada yüzeysel karakter anlatımlarıyla eyleme herhangi bir mazaret bulunmasından kaçınılmış. Sevil ise eşine sevgi ve saygı duyan öncelikleri her zaman ailesi olan ve filmin uzun bir bölümü boyunca terslikleri fark etmeyen çünkü var olan bir şeyi yokmuş gibi davranarak sorunları halının altına süpürmeyi tercih eden bir anne figürüdür. Filmimizin başlarında aslında olayları kavramaya başlıyoruz, istismara uğrayan çocukların gösterdiği davranışlar hakkında az buçuk bir bilgiye sahipseniz özellikle olay örgüsü sizin için daha sancısız, anlaşılır ilerliyor. Edip yaşıtlarının aksine içine kapanık ve yavaş hareket eden bir çocuk. Sorulan soruları cevapsız bırakıyor ve eylemleri gerçekleştirmekte isteksiz davranıyor. Bunları görünce daha ilk dakikalardan bir terslik olduğunu anlıyoruz. Kurbanlık kanı temizlemek için babanın yüzü yıkamak yerine ısrarla çocukların banyo etmesinde ısrar etmesi de izleyicinin dikkatini çekiyor.( Filmi izlemeden önce zaten konusu ve yapım aşaması hakkında bilgi sahibi olmam da belki bu hazmedişime etki etmiştir.)  Baba ve çocukların banyo sahnesinde anne içeri giriyor ve kız çocuğu banyodan çıkarıyor, ardından kapanan kapı ve babanın erkek çocuğa bakışı bu evde bir terslikler olduğunu hissettiriyor. Edip’in sadece suskun bir tavrı yok çevresine karşı. Yeri geldiğinde asabi ve hırçın olabiliyor. Kız kardeşinin onun oyuncak atına binmesine sinirlenip atı içeri taşıyor. Bu durum belki de babayı paylaşmak istememesi veya bu hediyenin bir istismar sonrasında ona hediye edilmesi onda kız kardeşini babadan koruma isteği uyandırmış olabilir. Edip karakterimizde kötü çağrışımlar yaratan şey atlıkarınca ve lunapark. Babanın belki de onu lunaparka götürme vaadiyle dışarı çıkararak istismarda bulunması çocuk üzerinde nesneleri travmasıyla bağdaştırma ve onlara anlamlar yüklemesiyle sonuçlanıyor. Ailemizin hayatı bir telefon ile değişime başlıyor, Sevil karakterimizin annesi felç geçirir ve artık İstanbul’a kalıcı olarak taşınmaları icap eder. Evden ayrılırken Edip kimseye dokundurtmadığı oyuncağını bir çekiç ile paramparça eder, bu babası ile olan tüm bağlarının koptuğu, çocuğun içinde bir şeyleri bitirdiğini anlatır. Belki de istismarı bağdaştırdığı bu oyuncağı parçalayarak her şeyin başladığı bu evde, gerilerinde bırakmak ister. Yolda giderken anne ve kızın uyuması, baba ve oğulun arabada uyanık kalıp bakışmaları ve çocuğa yöneltilen uyusana emri ile Edip’in bir anlık kurduğu hayal sahnesine geçiş yapıyoruz. İçinde tuttuğu intikamın öfkesi ile araç kullanan babasının gözlerini kapar ve bir kazaya doğru sürükler ailesini. Tabii bu hayal sahnesi çok kısa tutulur, sonrasında gerçeğe dönüş yaşıyoruz. Burada bir diğer dikkat çekeceğimiz nokta ise istismara uğrayan çocukların uyku düzenlerindeki bozukluk. Yapılan araştırmalara göre istismara uğrayan çocukların çoğu içine kapanıklık ve cinselliğe olan düşkünlüklerinin dışında okulda uyuya kalma, dersleri dinlemek yerine günün tamamında sırada uyku halinde oldukları gözlemlenmiş. Bu durumu aile içinde gece çocuk uyuduğunda gerçekleşen istismara bağlayabiliriz. Filmde de olay böyle olacak ki Edip karakterimiz annesi ve kız kardeşi uyurken uyumakta ve babasına fırsat vermekten kaçınmaktadır. Zaten filmin başlarında da gördüğümüz bir sahnede Edip bir battaniye alarak kız kardeşinin odasına uyumaya gider, bunu yapma nedeni babasından uzak kalmak ve kendini korumak. Çünkü kız kardeşi dokunulmaz, ona el sürülmüyor ve yanında bir şahiti olursa ona da dokunulmaz.   Hemen ardından gerçekleşen yolculuk halindeyken bir köpeğe çarpma sahnesi ile nabızları yükseltiyor filmimiz. Burada köpek babanın temsili durumunda, kendi öldürdüğü köpeğe dokunamayacağını söyleyen Erdem karakterimiz aslında o köpeğin leşini kendi alt benliği olarak görüyor, belki de kendinde gizlemek istedikleri, kirli arzuları. Bu durumu filmin ilerleyen dakikalarında yazdığı Atlıkarınca şiirinin mısralarında görüyoruz zaten. Babanın günahını örtbas etmek için annesine yardım eden Edip, uğradığı istismarı kimseye anlatmayarak  hayatında da aynı durumu yaşıyor. Yani bir şeyleri örtbas etme olayını tekrarlamış oluyor. Sevil ise aslında her zaman içinde olan ya da aslında farkına varmadığı (ki istismarı açık bir sahne ile hiç görmediğimiz gibi Sevil’in de daha önce şüphelenip- şüphelenmediğini bize göstermiyorlar) şüphelerini örtbas ediyor bir yerde.  Çünkü içinde her zaman o hissi barındırıyor, bir şeylerin olduğu hissi. Çoğu zaman bizim de içimize doğar böyle bir ağırlık. Senin bildiğin bir şey olmaz ama bir şey oluyordur. 

‘’KARANLIK SOĞUK ISLAK BİR GECEDE RÜZGARIN UĞULTULARI ARASINDA KAYBOLUP GİTMİŞTİ’’

İstanbul’da Sevil’in felçli annesine taşınan ailemizde bazı şeyler değişmiştir çünkü artık olayları bilen, buna durumundan dolayı şahit olan bir diğer ismimiz de anneannedir. Filmin yapım aşamasında çocuklara uygulanan istismarın asla gösterilmemesi istenmiş yönetmen tarafından, senaryo da ona göre şekillenmiş. Çünkü ensestin, o sahnelerin açık açık gösterilmesinin de bir çeşit taciz olduğunu düşünmüşler. Filmin gösterimi sonrası sık sık sahnelerin kapalılığı yüzünden ‘’yeterince cesur bir film değil’’ eleştirisi ile karşılaşılmış. Ben bu durumda Başarır’a hak veriyorum, sinema sonsuz imkanlara sahip bir şeyi anlatmanın binbir tane yolununun bulunduğu bir sanatken kendimizi sınırlandırmak veya bir şeyi göze sokar şekilde izleyiciye aktarmanın ne gereği var? Sinemanın işi göstermek değil, bunu anlatacak yolu bulmaktır.

Yıllar geçmiştir ve herkes İstanbul’daki yaşamına alışmıştır. Edip evden ayrılmış ve liseyi yatılı bir okulda okumaktadır, bu ayrılışının nedenini aslında neyden kaçtığını sadece izleyici ve baba bilmektedir. Zaten film boyunca karakterlerin sırdaşı oluyoruz, babanın,annenin, çocukların ve anneannenin. Hepsinin suskunluğunu biz de yaşıyoruz ve haykırmak istiyoruz, haykırsınlar istiyoruz.  Sevil karakterimizin işinde aldığı terfi sonrası evde daha seyrek durur olması ve babanın işsizliği sonucunda kızı ile evde sık sık başbaşa kalma durumu oluşmaya başlar. Burada izlerken emin olduğumuz şey babanın daha önce kıza istismarda bulunmadığı, ilgisinin sadece geçmişinde oğluna karşı olduğu. Burada akıllarda şu soru oluşuyor. İlgisi sadece oğluna değil hem aynı zamanda kızına da kayıyorsa bu adam pedofili mi? Uzmanlar bu iki kavramın birbirinden ayrılması gerektiğini söylüyor: Bir çocuğun bedeninden zevk alan ve kendi cinsel tatmini için bunu kullanan herkes pedofilidir. Ensest ise birinci derece akrabalar arasında yasak olan ilişkilerde yaşanan, çocuklara karşı yapılmış cinsel istismardır. Ensest davranış içinde bulunan bir kişi pedofil olmayabilir, ama bir pedofil cinsel tatminini sadece çocuklar üzerinden yaşar. Yani karakterimizin pedofil olduğunu söylememiz pek doğru olmaz.
Babası tarafından istismara uğradıktan sonra Sevgi de kardeşinin küçüklüğü gibi içine kapanık, ruhsuz biri haline gelir. Kimseye bu durumu anlatamaz ve hayatına devam etmeye çalışırken arkadaşlarının sohbetlerine, başka yaşamlara ne kadar yabancı kaldığını görürüz.  Filmin çekim aşamalarında Sevgi karakterinin 13 yaşında olması ve yönetmenin bu çocuğa oynayacağı rolü, senaryoyu açıklaması ailesinin ve pedagog yardımı ile olmuş. Çekimler sırasında ağlama ve asıl her şeyi anneannesine itiraf ettiği sahnede gerçek senaryo anlatılmak yerine çocuğa ağlaması için başka motivasyon kaynakları verilmesi tercih edilmiş.

Bir süre sonra kızının bu hallerini farkına varmaya başlayan anne karakterinin şüphe dolu ruh haline odaklanıyoruz. Kızının değişen karakteri, kocasının ardı sıra yakaladığı ip uçları ile halının altına süpürdüğü her şeyin bilincini kazanıyor. Babası tarafından balığa gitme bahanesi ile istismara uğrayan Sevgi, kardeşi ile paralel bir yaşam ile karşılaşıyor. Kardeşinin lunapark ve atlıkarıncasına karşın onun havuzu ve balığa çıkması birbiriyle bağlam kuruyor. Bir yandan her şeyi bilen ama derdini kimseye yıllardır anlatamayan anneanne karakterimiz var, bu karakter biz izleyicinin net bir temsili. Biz de filmi izlerken sürekli bir şeyleri açığa kavuşturmak, ortaya dökme isteğiyle yanıp tutuşsak da dilsizizdir. Konuşsak tıpkı anneanne gibi kimse bizi duymayacaktır fakat her şeyi biliriz. İstismarı içten içe anlayan anne hiçbir karşılık vermez, şokunu yaşar fakat susar. Burada karaktere kızarız. Hatta çoğumuz empati kuramayız, peki deriz şüpheli bir durumda sessiz kaldı. Ama eve erken döndüğü ve tüm olaylara tanık olduğu o yağmurlu akşamda bir anne nasıl sesini çıkarmaz? Burada da yönetmen filme gerçeklik kazandırmak istemiş, film herhangi bir gerçek olaydan esinlenilmemiş fakat birçok olay incelendikten sonra yazılmış bir senaryoya sahip. Yani içimizde yaşadığımız bu dünyada o kadar çok çocuğunun istismara uğradığını bilip susan anne var ki, bazıları korkudan, bazıları aman yuvam yıkılmasın hatta bazıları eşini  çocuğundan kıskandığı için bile susuyor. İşte yönetmenin burada anneye hemen bir tepki verdirtmemesi ve sessizliğini korutması filme bir gerçeklik havası kazandırıyor. Biz bir filmdeyiz ama bunlar gerçekte de yaşanıyor.
Filmin doruklara çıktığı sahne Sevgi’nin anneannesine kitap okurken aslında kendi uğradığı bu saldırıyı hıçkırıklar içinde anlatmasıyla oluyor. ‘’Bu tertemiz ruh hiç de hakkı olmayan bir utançla dolmuş attığı son umutsuz çığlığı kimse duymamış, karanlık soğuk ıslak bir gecede rüzgarın uğultuları arasında kaybolup gitmişti..’’ Kapıda bu satırları ve kızının ağlamasını dinleyen Sevil ile birlikte bu üç kadının acısına ortak oluyoruz.
 
Baba ölür, oğul eve geri döner, anne vicdanı yani kızıyla yüzleşir ve kız kabuslarla dolu hayatına devam eder.
Filmin uzun bir bölümünde sürekli eve döneceği konuşulan Edip karakteri babasının ölümü ile cenazesi için eve dönmüştür. Filmin en çok aldığı sorulardan biri Edip karakterinin eve erkek bir arkadaşı ile dönmesinden dolayı eşcinsel olup olmadığıymış. Belki izlerken çoğumuzun aklında oluşmuştur bu soru, çünkü küçükken istismara uğrayan çocukların büyüyünce eşcinsel olduğuna dair bir bilgi oturmuş durumda çoğumuzun zihnine. Yönetmen bu konuyla ilgili şöyle bir açıklamada bulunmuş:  ‘’Biz öyle yazmadık, özellikle de öyle yazmadık ama bu, kişinin algılama şekliyle alakalı.’’ İlerleyen bölümlerde anne ile kızın yüzleşmesi yer alıyor, annenin kendi en büyük günahı ile yüzleşmesi ve kızından özür dilemesi.
Filmin son sahnesi yani uzun araba sekansında kadının her şeyi baştan yaşayarak kendini sorgulaması, yıllardır göz ardığı ettiği-etmek istediği her şeyi tekrar tekrar yaşadığını ve sindirdiğini görüyoruz.
Çekimleri 13 günde biten ve bu süreç boyunca duygudan çıkmamak için iletişimin olabildiğince az tutulduğu bu filmi işlenmeyen ve dikkat çekilmesi, daha çok film yapılması gerekilen bir konu olarak bulduğum için oldukça takdir ettim. Daha iyi olabilir miydi, oyuncu seçimleri daha iyi yapılmalı mıydı evet daha pek çok şey daha iyi olabilirdi fakat yine de izlenmesi ve izlettirilmesi gerekilen bir yapım. Vizyona girdiği dönem insanlardan ‘’Çok zor ve ağır bir konu nasıl seyredeceğiz?’’ tepkileriyle karşılaşan bu film için yapılacak en doğru yorumlardan biri herkesin bildiği şeyi bilmeye görmezden gelmek dendiğidir. Halının altına süpürdüğümüz bu konularda daha çok okumamız, izlememiz ve araştırarak öğrenmemiz dileğiyle.

ATLIKARINCA, 2011

Yorumlar