SİNOPSİS
Recep ve Mehmet yazları köylerinin yakınındaki kasabada çıraklık yapmakta olan iki köylü çocuğudur. Recep bir karpuzcunun Mehmet ise bir berberin yanında çıraklık yapmaktadır. Her ikisi de sinemaya tutkundur. Bu tutkularının sonucunda terk edilmiş ahırlarında geceleri kendi imkanları ile
derme çatma bir film projeksiyon makinesi yapıp, köylerini sinema ile tanıştırmak isterler. Tüm engellere karşı hayallerine bir de köyün delisi Ömer'e sahiptirler. İşin içine Recep'in kasabada gördüğü ve kendisinden yaşça büyük olan Nihal'e aşık olması da karışınca, benliklerinde derin izler bırakacak bir yaz yaşamaya başlarlar.
Jenerik akmaya başlar ve tozlu bir tarla yolunda yürümekte olan iki çocuğu ve geçen bir treni görürüz. Bu görüntüler ile bize nasıl bir film izleyeceğimiz yansıtılır. Daha sonrasında ise filmin açılış sekansına geçilir. Karpuzcu dükkanının önünde oturan bir adam ve karşı evin önüne konulmuş bir tabut görmekteyizdir. Geçişler ile tabutu kameranın ve karpuzcu adamın gözünden görürüz. Tabutun yanına hiçbir şeyden haberi olmayan küçük bir çocuk gelir, yere çöker ve tabutu izlemeye başlar. İşte bu şekilde izleyicinin merakı da küçük çocuk yardımı ile sembolize edilmiştir. Çocuktan sonra kadraja ölümün acısıyla ağlamakta olan bir adam girer,adam da aynı şekilde yere çöker ve ağlamaya devam eder bu esnada adamın gözyaşları ile ıslanmakta olan yeri görürüz. Sahnenin köşesinden bir kedi girer ve mutlu bir şekilde gırlayarak adama sürtünmeye başlar.
Birbirinin zıttı duyguların iç içe işlendiği bu sahnede olaylara yakın ama bir o kadar da uzağızdır,tıpkı karpuzcu gibi.
Film köylü ile şehirli arasındaki görülen sınıf farkını aslında olmayan uçurumları ve bunları tamamen kendi zihinlerimizde yarattığımızı vurguluyor bizlere. Recep ve Mehmet'in kasabanın sinemalarından edindikleri zarar görmüş kesik filmleri herkesten saklamaları ve Recep'in annesinin -daha önce de yaptığı gibi- bu filmleri bularak yok etmesi ve bunu yaparken sinemaya ''şeytan icadı'' demesi aslında köyde yaşayanların bakış açılarını sunuyor bizlere. Resim,edebiyat,sinemayı kendilerine göre olmayan diye niteleyip hatta kendilerini bozacak değerler olarak görmektedirler. Bunun benzeri bir durumu
ise şehirli insanını temsil eden kasabalıdan sıkça görmekteyiz film boyunca. Mehmet'in ustasının ''köylüden sanatkar,zanaatkar olduğu nerede görülmüş!'' diye onu azarlaması, makine fiyatı sorulduğunda fotoğrafçının ''size yaramaz'' demesi bunun en belirgin örnekleridir. Köylünün kendine yakıştıramadığı ve şehirlinin onlara layık görmediği statü arasında sıkışıp kalmış hayatların öyküsünü izliyoruz bir bakıma. ''Köylü millet eksin biçsin, onlar çeksin'' sitemi ile aslında film boyunca ortaya konulan, özellikle çocukların ağzından yapılan sistem eleştirileri tınılarını duymaktayız. Bir diğer sisteme sitem ise ''gımıldamamakta'' olan film karesindeki adama karşı Recep'in
öfkelendiği sahnedir, ''gımılda len!'' diye başlar Recep sözlerine, işte bu yaşadıkları tüm zor koşullara karşı bir isyandır.
Sinema, Recep ve Mehmet'in kurtulmak istedikleri hayatlarından bir kaçış yoludur veya hayatlarına yeni kapılar açmak istedikleri derin bir tutku. Bu tutkularını gerçekleştirmek için sabahları kasabada çalışan geceleri ise köhne ahırlarında, eski bir sinema kitabından öğrendikleri kadarıyla projeksiyon makinelerini yapmaya çalışırlar. Bu vazifelerinde onlara köyün delisi Ömer de eşlik eder. Film boyunca Ömer izleyici tarafından garipsenmez veya dikkat çekmeyen bir karakter olarak görülür fakat yönetmen bize verdiği Ömer'in eski hayatından sözlü kesitler,nişanlısının ölümü gibi detaylar ile ufak darbeler atarak buzu çatlatmayı en sonunda ise tamamen kırmayı başarır.
Babasız büyüyen ve son derece sert ve baskıcı bir anneye sahip olan Recep kaçış yolunu onun için zor olan sinemada ve onun için imkansız olan Nihal'de bulur. Aslında bir bakıma Nihal'de şehirli insanı temsil etmektedir filmde. Annesi her ne kadar Recep'e iyi davransa da Nihal ona hep tepeden bakar ve dengi olarak görmez. Film boyunca asıl duygusundan tam emin olamayız,çünkü bir yandan Recep'i yakınında görmek istemez bir yandansa ondan gelen mektubu koynuna sokar ve büyük bir heyecan ile okur. Bu kafa karışıklıkları sonucunda yönetmenin
bizlere sunduğu ceviz metaforu ile aslında Nihal'in de yaşamış olduğu çalkantılı ruh halinin sonucunu almış oluruz.
Filmin son sahnesinde ise işlerini,sinemalarını,aşkını kaybetmiş olan çocukların hala umut var dermişcesine bir deniz manzarası açarak bu manzara üzerine konuşmalarını ve gelecek hayallerini dinleriz. İki çocuğun hayatlarının
merkezine aldıkları sinemayı ve ekranda gördükleri ile hayatlarını biçimlendirişlerini görmekteyizdir.
İlk uzun metrajlı filmi, Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak ile Ahmet Uluçay bizlere tesadüfün değil çok çalışmanın olduğunu anlatmak istiyor. Çünkü film yönetmenin kendi hayatını anlatıyor bir bakıma, Uluçay'da küçük bir köyde doğup kasabaya çıraklık yapmaya gider ve arkadaşı ile bir film makinesi yapmaya çalışırlarmış. Zamanında harcadığı çabalar sonucu bu noktaya gelen yönetmen filmde de bizlere tesadüfün değil verilen emeğin sonucunda ulaşılan noktayı veya alınan derslerin önemini aktarıyor. Film, tamamen amatör oyuncular ve sınırlı imkanlar ile çekilen, yönetmenin kendisinin de rol aldığı, insanların bilmediği veya dikkat etmediği sıradan yaşamları beyaz perdeye aktarıyor. Dingin ve
doğal bir yapıda işleniyor çünkü sıradan insanların hayatları dengesiz ve kazançsız değil, durağan ve kabullenebilir bir yapıdadır. Kurulan diyaloglar ve zaman zaman kendini gösteren sitem dolu cümleler ile içinde bulunduğumuz bu sistemi ve insan ilişkilerini sorgulatıyor bizlere.
2004,Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak
Yorumlar
Yorum Gönder