Amerikalı yazar Austin Wright’ın 1993 yılında yayımlanan Tony ve Susan romanının sinemaya uyarlaması olan Nocturnal Animals'ın senaristliği ve yönetmenliğini ünlü modacı Tom Ford üstleniyor. Tom Ford'un A Single Man'den sonraki ikinci uzun metrajlı filmi Gece Hayvanları, yedinci sanat olarak adlandırılan sinemanın adına yaraşır bir şekilde başlıyor filme.Daha ilk sahneden bizlere film boyunca görsel bir ziyafet yaşatacağının müjdesini veren Ford aynı zamanda sisteme eleştirilerde bulunacağını da belirtiyor, günümüzde kadın bedenini bizlere bir obje olarak lanse eden ve metalaştıran toplum dayatmalarına karşı jenerikte ''ideal'' güzelliklere hiç de uymayan beyaz perde ve televizyon ekranlarında görmeye alışık olmadığımız fakat kendi bedenlerinden ve benliklerinden mutluluk duyan kadınların bir şenlik edasıyla bunu dışa vuruşlarını izliyoruz. Jenerikte gördüğümüz bu kadınlar filmin giriş sahnesi olan sanat galerisi açılışında da karşımıza çıkıyor. Dev ekranlarda danslarını gördüğümüz kadınlar aynı zamanda galeride sergilenen sanat eserleridir ve bu da filmin hoş bir uyum yakalamasını sağlıyor. Bir diğer detay ise Susan'ın nefes alış verişleri ile yaşanan sahne değişimleri, nefesindeki dinginlik ile gösterilen trafik,kalabalık ve şehir yaşamı zıt bir uyum yakalarken, nefesindeki tempo galeri ve daha filmin pek çok yerine yerleştirilen ana detay olan kan basıncını ve nefes alış verişlerini arttırmaya yarayan kırmızı rengi ile bir uyum yakalıyor.

Susan Morrow sanat galerisi işleten başarılı bir kadındır, bir gün 19 yıldır görüşmediği eski eşinden bir paket alır. Posta kutusuna bırakılan bu pakette yazarlık yapan eski eşi Edward'ın yazmış olduğu ve daha hiçbir yerde yayımlanmamış olan kitabının bir kopyası vardır. Edward, Susan'dan bu kitabı okuyup yorumlamasını, şehirde olacağını ve buluşmak istediğini belirten bir not bırakmıştır. Susan'ın kitabı okumaya başladığı andan itibaren film kendini karakter ile birlikte yaşanan bir gerilimin içine sürüklüyor. Çünkü aslında her yazar sadece kendini yazar, bu iki karakterin geçmişlerindeki acıları Edward'ın öyküsünde bulur ve Susan'dan alacağı intikama tanık oluruz.


Yozlaşmış toplum düzenine,ideal güzellik baskılarına ve burjuvazi dertlere yakınan yönetmen, ilişkileri ve yaşamı eleştirel bir göz ile beyaz perdeye taşıyarak bir sonraki filmine merak uyandırmış durumda.

Susan Morrow sanat galerisi işleten başarılı bir kadındır, bir gün 19 yıldır görüşmediği eski eşinden bir paket alır. Posta kutusuna bırakılan bu pakette yazarlık yapan eski eşi Edward'ın yazmış olduğu ve daha hiçbir yerde yayımlanmamış olan kitabının bir kopyası vardır. Edward, Susan'dan bu kitabı okuyup yorumlamasını, şehirde olacağını ve buluşmak istediğini belirten bir not bırakmıştır. Susan'ın kitabı okumaya başladığı andan itibaren film kendini karakter ile birlikte yaşanan bir gerilimin içine sürüklüyor. Çünkü aslında her yazar sadece kendini yazar, bu iki karakterin geçmişlerindeki acıları Edward'ın öyküsünde bulur ve Susan'dan alacağı intikama tanık oluruz.
İNSANI KENDİ YALNIZLIĞI İLE BAŞ BAŞA BIRAKMAK
Susan'ın kitabı okumaya başlamasıyla birlikte izleyiciyi de içine çeken bir gerilime tanık oluyoruz,başlarda bu durum romanın havasından dolayı gözükse de sonralarında aslında kitaptaki karakterlerin gerçek yaşamdan izler taşıdıklarını görürüz. Bu durum Susan'da bir aydınlanış ile hayatında aldığı kararlardan duyduğu pişmanlığın su yüzüne çıkmasına sebep olur. Kocası tarafından aldatılan,kızı ile kopuk bir iletişime sahip olan,yaptığı işlerden haz alamayan karakterimiz soğuk ama bir o kadar da hassas biridir. Bunu açılış sahnesinde yer alan soğuk ve boş bir şekilde döşenmiş odanın kenarındaki sandığın üzerinde yazan fragile (kırılgan) yazısından Susan'a odaklanan kemara geçişi ile başarılı bir anlatım sunuluyor. Arkadaşı ile yaptıkları ilişkiler hakkındaki sohbet sırasında eşi için ''onu hala seviyor musun?'' sorusuna karşı sessiz kalan Susan'ın bu hareketi ile dağılmakta olan bir ilişkinin varlığından haberdar oluyoruz aslında.
BAŞTA SEVDİĞİN ŞEYLER NEFRET ETTİKLERİNE DÖNÜŞECEK
Tom Ford doğup büyüdüğü Teksas'a karşı duyduğu nefreti filminde yoğun bir şekilde yansıtmaktan hiç kaçınmamış olacak ki tüm kötü olaylar burada baş gösteriyor. Edward yazdığı kitapta tamamen eski karısı ile olan ilişkisini sembolize etmiştir. Kitaptaki karakterimiz Tony'i kendi yerine,Tony'nin hayatını mahveden yani karısı ve kızına tecavüz edip onları öldüren Susan gibi mavi gözlere sahip olan Ray'i ise eski karısının yerine koymuştur. Kitaptaki ailemizin ıssız bir otobanda bir grup serseri tarafından sıkıştırılması ile gerilim dolu dakikalar ve karnımıza giren kramplar baş gösteriyor. Bu serseri grubunda Ray'in arkadaşları Susan'ın annesini ve şimdiki kocasını temsil ediyor. Olayların asıl kırıldığı noktası ise küçük kızın el hareketi yapması ile oluyor. Kitapta bu küçük kız da Susan'ın yıllar önce Edward'dan kürtaj ile aldırdığı çocuğu sembolize ediyor. Susan'ın annesi Edward'ı ''zayıf'' diye tasvir ediyor aynı zamanda kitapta da kızı ve karısına tecavüz edilirken Tony hiçbir şey yapamıyor ve yine tecavüzcü Tony'i ''zayıf'' olarak adlandırıyor, işte tam bu noktada Tony ve Edward karakterleri arasındaki benzerliği görüyoruz. Çünkü Tony nasıl karısı ve kızını koruyamadıysa ve güçsüz kaldıysa Edward'da kürtaj ile aldırılan bebeğini koruyamadı ve Susan onu terk ederken hiç direnmedi ve öylece gidişini izledi. Kitapta Tony'nin karısı ve kızına tecavüz edilirken kırmızı bir koltuktalar, aynı zamanda Edward terk edilirken yüzüne kırmızı bir trafik lambası ışığı vuruyor. Tam da hayatlarının mahvolduğu bu noktaları kırmızı rengi ile bağdaştırmış Ford. Suçluların yakalanması ve karısı ile kızının bulunması için karakterimize yardım eden Şerif ise Edward'ın nefretini ve hayata karşı duyduğu öfkeyi temsil ediyor. Şerifin hasta oluşu ve sürekli yakında öleceğini vurgulaması ise, Edward'ın intikamını alışı ile nefretinin son bulacağını belirtme şekli oluyor. Kitabın sonunda hem tecavüzcünün hem de Tony'nin ölmesi ile aslında Susan'a ''senin hayatından tamamen çıktım'' mesajı vermek istiyor Edward. İşte asıl intikamı da bu oluyor, olaylar karşısında duyduğu aciziyetini,yaşadığı tüm acıları yeni insanlar yaratarak onlara yüklüyor Edward.
GECE HAYVANLARI - DUYGULARA YAPILMIŞ SALDIRI
Filmin sonunda Susan kitabı bitirerek büyük bir boşluk ve bilinmezliğe düşüyor ve Edward ile buluşma ayarlıyor. Aynanın karşısına geçtiğinde aslında film boyunca ilk kez kendinden emin ve yüzünde bir tebessüm ile görüyoruz karakterimizi. Giydiği canlı tondaki yeşil elbise geleceğe karşı umutla bakışını temsil ediyor bir yerde. Fakat buluşmalarına gelmiyor Edward ve o sürede her şeyi düşünüyor Susan, aslında kitabın anlatmak istediklerini idrak ediyor ve en çok korktuğu şeye yani annesine dönüştüğünü fark ediyor ve bazı şeyleri tamir etmenin imkansızlığı ile yüzleşiyor. Film, bu sade ve asalet dolu intikam planı ile yaşadığımız ve ''gerçek'' diye adlandırdığımız hayatların kimi sahteliklerden ve yaratılan kurmacalardan daha az sahici olduğunu hatırlatmış oluyor bizlere. Yazıyı sonlandırmadan önce başta,Tom Ford hakkında değinmek istediğim birkaç konu var. Bunlardan ilki kendi asıl mesleği olan modacılığı filminde yansıtmış olması ve görsel bir şölene imza atması. Sahne renklerinin uyumu, kitaptaki olayların daha soluk ve karanlık bir hava ile ilerletirken günümüzü ise daha canlı renkler ile işleyerek aslında bizlere zaman kavramı arasında bir ayrımda bulundurtuyor. Zaten bir diğer konu ise üç zaman dilimini aynı anda izleyiciyi yormadan işleyebilmesi -ki- içlerinden biri kurgu bir dünya ve zaman kavramı aslında bulunmuyor. Ford'un ilk uzun metrajlı filmi olan A Single Man'in müziklerinin yapımını üstelenen Abel Korzeniowski bu filmde de gerilim dolu müziklere imza atmış ve büyük övgüler toplamış durumda. Oyunculuklar hakkında ise fazla söze gerek olmadığını düşünüyorum zira Amy Adams son dönemlerin en öne çıkan ismi ve aldığı övgüleri sonuna kadar hak ettiğini bu film ile görmüş oluyoruz. Jake Gyllenhaal canlandırdığı birden fazla karakteri -ki- bunların aslında aynı karakter oldukları duygusunu bizlere çok iyi yansıtmış bulduğumu fakat Michael Shannon'ın dikkatleri kendi üzerinde toplamasıyla daha sönük kaldığını söylemeliyim.Yozlaşmış toplum düzenine,ideal güzellik baskılarına ve burjuvazi dertlere yakınan yönetmen, ilişkileri ve yaşamı eleştirel bir göz ile beyaz perdeye taşıyarak bir sonraki filmine merak uyandırmış durumda.
Yorumlar
Yorum Gönder